Kubadabad, Konya ilinin Beyşehir ilçesi sınırları içinde bulunmaktadır. Yöre halkı tarafından “Tol” diye isimlen¬dirilen Kubadabad Selçuklu saray harabeleri, Beyşehir gölünün güneybatı kıyısının orta kesiminde, en yüksek noktası deniz seviyesine göre 1133 m.’yi bulan kayalık bir yarımadanın üze¬rinde yer alır. Yarımadanın güneyinde halkın “Toprak Tol” adını verdiği bir höyük yükselir. Bu ikisinin arasında ise “Gürlevi” denilen tatlı su kaynağı bulunur. Gürlevi çevresinde ve höyük üzerinde de saraya ait kalıntılar görülmektedir.
Anadolu’da, I. Alâeddin Keykûbad (M.1220-1237) yılları Selçuklu medeniyetinin zirvesini teşkil eder. Ülkede siyasî bir¬liği sağlayan I. Keykûbad, imar faaliyetleriyle ülkeyi âdeta bir şantiyeye çevirmiş; önemli kentleri surlarla takviye etmiş; birçok dinî ve sosyal binanın yanı sıra, M.1221 yılında fethettiği Alanya’da ve Kayseri’de saraylar yaptırmış, Konya sarayı ve Kayseri sarayını ihya etmiştir. Onun en önemli imar faaliyetinden biri –Selçuklu arkeolojisi bakımından çok değerli veriler sunan ve bu satırların yazılmasına da neden olan- Kubadabad sarayını inşa ettirmesidir.
Kubadabad Sarayı’nın inşası, sultanların buraya ziyaretleri ve ikametleri hakkındaki bilgileri Selçuklu tarihçisi İbn Bibi’nin “Selçuknâme” olarak da anılan “el-Evâmirü'l-Alâiyye fi'l-umûri'l-Alâiyye” isimli eserinden öğrenmekteyiz. İbn Bibi, Kubadabad’ın inşasını manzum satırlarla da süsleyerek lirik bir üslûpla anlatır:
“Sultan, soylu atının sırtında Kayseri’den Süleyman gibi mutlu ve neşeli olarak mahaller ve menziller aşıp başkenti (dârü’l-mülk) geçince çok güzel bir yer olan Ağırnas’a vardı. Karşısına öyle bir yer çıktı ki, eğer cennetin bekçisi görse, orayı cennetten ayırt edemez, oradaki meyve ağaçlarını alıp aşılamak için cennet bahçesine götürürdü.
Şiir:
Cennet gibi güzel bir dağ eteği. Yoksa gök oranın toprağına amber mi saçmış?
Yeri yeşillikten firuze rengini almış. Lâleden üzeri sanki kan lekelerine dönmüş
Nesrinden, yasemenden ve nesterenden meydana gelen güzel bir çemen değil, sanki gökyüzü
Her köşesinde gül suyu akıtan bir çeşme. Orada akan sanki su değil parlak bir kristal
Hava misk kokulu, yer güzellikle dolu. İçinde her cins av hayvanı dolaşmakta
Süt gibi tatlı sulu, yeşil renkli bir gölü var. Üzeri kadifenin kıvrımları gibi dalgalarla dolu
Oranın üzerinde 20 ada saydım. Hepsi meyveyle ve ağaçlarla dolu
Göl tarafından bir çeşme akmaktadır. Ondan içen yaşlılar gençleşmektedir
Oradan buz gibi soğuk ve şarap gibi lezzetli bir su akmakta. Kaynağı yeni yetme birinin yanağı gibi
Sultan, orda o sırada Emir-i Şikâr ve Mimar olan Sadeddin Köpek’e güzellikte cennete benzeyecek, nezaket ve çekicilikte Seder ve Havarnak’ı geride bırakacak, bir saray (imaret) yapılmasını buyururken, parlak zekâsıyla binanın planını çizerek onun üzerinde açıklamalar yaptı. Her taraftaki eyvanında Zöhre yıldızına gazel söyletecek, Keyvan’a çatısında kaşık oynatacak bir saray resmetti. Onun üzerine Sadeddin Köpek, güzel görüntü yerleri, iç açıcı havuzları bulunan, kemerinin kavsi yüksek göğün çatısıyla yarışan; renkli ve kafesli duvarlarının güzelliği, kıskançlıktan gök kuşağının rengini solduran; firuze ve lacivert renklerindeki döşemeleri, mavi göğün bekçisini hasetlikten renkten renge sokan; ayların ve günlerin rüzgarlarının, mavi ve yeşil arsalarının üzerinde dinlenmek için durduğu; alanında ve cennet bahçesine benzeyen arsasında gezinenlerin bitmeyen bir uzun ömre sahip oldukları; yedinci gök kasırlarının ibadethanelerinde oturanların “in yekâd” duası okuduğu; Bercis ile Nâhid yıldızlarının şerefelerine bakarak kıskançlık tozlarını yıkadığı, gönül alıcı, huzur verici, …………; iffet sahiplerinin içlerinden daha süslü; kanaat sahrasından daha geniş ve daha çok eşyaya sahip olan köşkleri kısa bir zamanda padişahın emrine uygun olarak yaptı.”
İbn Bibi’nin yukarıdaki ifadelerine göre saray; I. Alâeddin Keykûbad tarafından; av emiri ve mimar olan Sadeddin Köpek’e yaptırılmıştır. Sultan, “parlak zekâsıyla binanın planını çizerek”, plan üzerinde mimara açıklamalar da yapmıştır. Saraya, sultanın adına izâfeten “Kubadabad” denilmiştir. Buradaki “Kubad” kelimesi Keykûbad’ı temsil etmektedir. Kavram Farsça bir terkip olup “Keykûbad’ın şenlendirdiği, imar ettiği yer” anlamına gelmektedir. Bu isim saray külliyesi için kullanılmakla beraber, buraya yakın kurulan yerleşim yeri içinde kullanılmıştır. Öyle ki, günümüze kadar gelebilmiş H.Ramazan 633 (M. Mayıs/Haziran 1236) tarihli bir mescit kitâbesinden, I. Alâeddin Keykûbad zamanında Kubadabad’da Bedreddin Savtaş adında bir valinin görev yaptığını biliyoruz. Ayrıca İbn Bibi müşriflik yapan Kemâl adından birisinden söz eder ki, burada mali işleri denetleyecek bir müşrifin atanmasını gerektirecek düzeyde bir yerleşim olduğu anlaşılmaktadır.
İbn Bibi, Kubadabad’ın inşa tarihini vermez. Ancak anlattığı diğer bazı gelişmeler, dolaylı olarak Kubadabad’daki inşaat işlerinin tarihine dair ip ucu vermektedir. Buna göre sultan, inşa faaliyetlerini yaklaşık olarak M.1226-1228 yılları arasında denetlemiş ve bazı binaların tamamlandığını görmüş olmalıdır. Sultan yine, 13 Ağustos 1230 (28 Ramazan 627)’da Yassı Çemen galibiyetinden sonra Kubadabad'a gelmiş ve burada tebrikleri kabul etmiştir. İbn Bibi'nin bahsettiği olaylardan yola çıkarak; 1234 güzünde ve 1235 baharında Kubadabad’da konaklayan sultan, son olarak Amid seferinin ardından 1236 güzü ve 1237 baharında Kubadabad’ı gördüğünü varsayabiliriz. Aynı yılın yazında, yediği av etinden zehirlenerek (M.1 Haziran 1237), Kayseri’de Keykûbadiye sarayında hayatını kaybetmiştir.
I. Alâeddin Keykûbad’ın vefâtından sonra yerine oğlu II. Gıyâseddin Keyhusrev (M.1237-1246) geçmiştir. Bu sultan dönemi, Türkiye Selçukluları sahasında çalkantı ve karışıklıkların baş gösterdiği bir zaman dilimidir. Bir yandan Moğol tehlikesi, diğer yandan iç kargaşa ve emirlerden Saadeddin Köpek’in entrikaları ülkede huzurun bozulmasına yol açmıştır. Saadeddin Köpek, kendine rakip gördüğü Selçuklu emirlerini çeşitli bahanelerle bertaraf etmeye girişmiştir. Sultan, Sivas subaşısı emir-i candar Hüsameddin Karaca ile Saadeddin Köpek'ten kurtulmak için plan yapar. Neticede sarayda öldürülen Saadeddin Köpek'in cesedi şehirde teşhir edilmiştir. Bu olay, Kubadabad’da vuku bulduğu bilinen tek siyasî suikast olarak tarihe geçmiştir.
II. Gıyâseddin Keyhusrev devrinde, Amid (Diyarbakır) gibi önemli bir şehrin fethi (M.1240, I. Keykûbad zamanındaki Selçuklu kudretinin hâlâ devam ettiğini gösterse de; o sıralarda ortaya çıkan Babaî isyanı devletin otoritesini çok sarsmıştır. Bu isyan sırasında sultan, kendisini Konya’da bile güvende hissetmeyerek Kubadabad’a kaçar ve orada bir adaya sığınır. İbn Bibi’nin adını vermediği bu ada; üzerinde Selçuklu köşkü ve hamamı da bulunan Kız Kalesi olmalıdır. Rüçhan Arık, yaptığı kazılarla Kız Kalesi’nin Kubadabad sarayının göl üzerindeki bir uzantısı olduğunu ortaya koymuştur. İbn Bibi’nin, söz konusu adayı “Cezîre-i Kubadabad (Kubadabad adası)” tarzında tarif etmesi de bu ilişkiyi kanıtlamaktadır. Uzun bir süre sonra isyanın bastırlma haberini alan sultan eğlenceler tertip eder. Olayların gidişâtına bakılırsa, söz konusu eğlenceler Kubadabad sarayında düzenlenmiş olmalıdır.
1243 Kösedağ mağlubiyetiyle Konya’ya doğru kaçan II. Keyhusrev; bir rivâyete göre, burada da kalmayarak Antalya ve Menderes havâlisine kadar uzaklaşmıştı. Bu kaçış sırasında II. Keyhusrev’in Kubadabad’a da uğramış olması mümkündür.
Anadolu tarihi için bir dönüm noktası teşkil eden Kösedağ yenilgisi, Moğol tahakkümünün başlangıcı olmuştur. Bu olaydan sonra bir müddet daha Selçuklu tahtında kalan II. Keyhusrev M.1246 yılında Alanya’da vefât eder. II. Keyhusrev’in, daha çok Babaî isyanı ve Kösedağ yenilgisiyle hatırlanan saltanatının ardından ülke; taht kavgaları, Moğol güçlerinin zulüm ve entrikaları ile sarsılmıştır. Bununla birlikte, Karatay, Sahib Ata Fahreddin Ali ve Muinüddin Pervâne gibi dirayetli vezirler sayesinde, XIII. yüzyılın son çeyreğine kadar devlet nizamı bir ölçüde sağlanabilmiştir. II. Keyhusrev zamanından sonrası Kubadabad tarihi açısından karanlık bir dönemdir. Onun saltanatından sonrası için, başta İbn Bibi olmak üzere Selçuklu kaynakları -Aksarayî’nin aşağıdaki bir kaydı hariç- doğrudan Kubadabad’ın adını anmazlar.
II. Gıyâseddin Keyhusrev zamanında başlayan bozulma ve çözülüş IV. Kılıç Arslan devrinden sonra had safhaya ulaşmıştır. Bu yıllar içerisinde, özellikle II. Keykâvus döneminden sonra Selçuklu sultanlarının Kubadabad’ı ne oranda kullandıkları belli değildir. Sürekli taht kavgaları, ayaklanmalar ve Moğol emirlerinin keyfi müdahaleleriyle geçen son dönemlerde, Selçuklu sultanlarının Kubadabad’a ilgisi -şimdilik- meçhuldür. Buna karşılık, Beyşehir’i merkez edinerek yörede egemenlik kuran Eşrefoğulları (XIII.yy. son çeyreği – M.1326) ile Anadolu’daki Moğol kumandanları ve Eşrefoğulları’ndan sonra bir süre yöreye hâkim olan İsmail Ağa gibi Moğol beyleri Kubadabad’ı kontrol altına almış ve fırsat buldukça sarayda ikâmet etmiş olabilirler.
Osmanlı kroniklerinden, Beyşehir çevresinin I. Murad tarafından Hamidoğlu Hüseyin Bey’den satın alındığını öğreniyoruz. Kroniklerde satın alınan yerlerin listesi açısından tam bir birlik gözükmese de; Akşehir, Yalvaç, Seydişehir, Beyşehir, Karaağaç ve Isparta’nın alındığı anlaşılıyor. İsmail Ağa’nın Beyşehir'deki medrese kitâbesi ve ölüm tarihi dikkate alınırsa; Beyşehir çevresinin onun ölümünden sonra Hamidoğlu eline geçmiş olması ve H.783/M.1381-82’de Osmanlılara satılmış olması gerekir. Burada ilgi çekici bir husus; Gelibolulu Âli ve Nişancı Mehmed Paşa’nın, satın alınan yerleri sayarken Beyşehir’den söz etmeyip “Yenişehir” adında bir yeri belirtmeleridir. Daha sonraki Osmanlı belgelerinde Kubadabad’ın “Yenişehir” olarak adlandırılması bakımından bu bilgiler anlamlıdır.
I. Murad döneminden itibaren Beyşehir gölü çevresi, Osmanlılar ile Karamanoğulları arasında sık sık el değiştirmiştir. Karamanoğullarının, fırsatını buldukça yöreyi işgâl etmeleri nedeniyle; Yıldırım, Çelebi Mehmed, II. Murad ve Fatih buraları tekrar tekrar fethetmek zorunda kalmışlardır. En nihayet Fatih Sultan Mehmed, M. 1466 yılında bölgede kesin hâkimiyet sağlamış ve Beyşehir vilâyetinin tahririni yaptırmıştır. Bu tarihten itibaren Kubadabad yöresi de Osmanlı topraklarının bir parçası olur. XVI. yüzyıl kayıtlarında, Karaman vilâyetine bağlı Beyşehir sancağı içinde yer alan yörenin idari yapısı ve yerleşimlerine dair bilgilerle karşılaşılmaktadır. Kısacası Kubadabad beldesi, Selçuklu devri sonrasında gerileyerek köyleşmiş, sultanların ve beylerin yerine eşkıyanın uğrak yeri olmuş, sonuçta unutulmuştur.
Birinci Dünya savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, Türk tarihi araştırmalarına verilen öneme paralel olarak Selçuklu mimarlığı ve sanatı da araştırılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda Selçuklu kaynaklarında geçen Keykûbadiye, Filobad ve Kubadabad gibi bazı sarayların yerleri ve kalıntıları da merak edilir olmuştur. Özellikle, İbn Bibi’nin Selçuknâmesi’nde inşası da anlatılan Kubadabad’ın lokalizasyonu konusundaki tartışma ilgi çekmektedir. Konya’nın eski müze müdürlerinden Zeki Oral’ın bir haber-makalesiyle Kubadabad'ın bulunduğunu ilan etmiştir. M. Zeki Oral, bu keşfin ardından 1949-1950 yıllarında iki ay kadar Kubadabad’da kazı yapmıştır. Oral'ın daha çok sondaj niteliği taşıdığını sandığımız bu çalışmaların ardından, ilk bilimsel kazılar Prof. Dr. Katherina Otto-Dorn tarafından 1665 ve 1966 yıllarında yapılmıştır. 1980 yılına kadar kendi kaderine terk edilen Kubadabad'da Prof. Dr. Rüçhan Arık'ın girişimiyle kazılar yeniden başlar. 1980'den bugüne kadar aralıksız her kazı dönemi devam eden çalışmalar, 2017 yılı itibariyle Doç. Dr. Muharrem Çeken'in kazı başkanlığıyla sürdürülmektedir.
Daha detaylı bilgiler için bakınız:
;UYSAL, Ali Osman; "Kubad Abad'ın Tarihi Hakkında", Beyşehir Gölü Kıyısında Bir Selçuklu Sitesi: KUBAD ABAD, Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları ,Konya, 2019.
ARIK, Rüçhan; Kubad Abad, Selçuklu Saray ve Çinileri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2000.